
3 Şubat 2012 Cuma
2 Şubat 2012 Perşembe
Chiang Mai'dan Ayrılırken
Udon Thaniye direkt uçan yegane firma NokAir isimli bir firma. Bileti internetten alma çabalarım sonuçsuz kalıyor. Sonunda yerimi telefonla ayırtıyorum, ve sürpriz, ödeme ve bilet alma işlemi Seven Eleven larda yapılıyormuş. Aslında çok komik bir o kadar da pratik. Kola, bira, ekmek alanların arasında sıraya girip bir adet uçak bileti alıyorum.
Artık komik bir kuş gibi boyalı uçakla uçmaya hakkım var.
1 Şubat 2012 Çarşamba
Tay Masajı
Çok kişi bilir ki ben masaj olmayı sevmem, zira sağım solum gıdıklanır, gülerim, huy gelir. Ama Tay masajı bir istisna, zira burada da gıdıklanma olmasına rağmen, sert, esneten ve yoga pozlarına benzer pozlar barındıran bir masajdır, bu yüzden bana yapılmasına göz yumarım. Madem Taylanda geldik, boş vaktimiz de var, bir altın bileziğim olsun bari diye Tay masaj kursu veren bir müessese bulup kaydımı yaptırdım. Müessese dediysem de ufacık bir bahçe içinde, bahçesinde minik havuzu, havuzunda nilüferleri olan mini mini bir masaj salonu. Ama kente gelen yabancılar tarafından epey rabet görüyor. Tayland dediğin zaten her sokakda en az üç masaj salonu. Uzun lafın kısası iki günlük yaman bir eğitimden sonra kursu tamamladım, ilk iş başvurumu diplomayı aldığım kuruma yaptım, kısa ve net bir "Hayır" cevabı aldıktan sonra şansımı İstanbulda aramaya karar verdim. Dönünce Tay masajı için şimdiden isminizi yazdırın listeye derim. Bu arada fotodaki bayan hocam. Ufak tefek ve yaşlıca olduğuna bakmayın, masaj yaparken tam bir kemik kıran kendisi.
31 Ocak 2012 Salı
Kaplan Günü (II)
Yan gözle bakıcıya bakıyorum, benden daha etli butlu, belki kaplanın gözüne daha leziz gelebilir. Ama onun da elinde sopa var. Peki ani bir harekette kaçabilirmiyim? Gülünç olma, tellere bile ulaşamazsın....Gözümün önüne yarınki gazete başlıkları geliyor:
Hürriyet: "Turisti ormanda kaplan yedi."
Milliyet: "Taylandda vahşet."
Sabah: "Ne işin var kaplanın kafesinde?"
Vakit: "Budizm ile ilgilenmenin sonu budur."
Fotomaç: "Messi Galatasaraya doğru..."
Asla kaplanın kuyruğunu tutma, tutarsan da sakın ha bırakma.
Kaplan Günü (I)
Tiger! Tiger!
İlk defa 1956 senesinde basılmış ve en iyi bilim kurgu kitaplarından biridir Kaplan Kaplan. Uzayda ölüme terkedilen Gully Foyle'un hayatta kalmasını, sonra da yüzünü kaplan dövmesi yapıp intikam almasını anlatır. Uzatmadan sözü Foyle'a bırakalım:
sizi domuzlar sizi,domuzlar gibi çürüyorsunuz.içinizde en çoğu var en azını kullanıyorsunuz, beni duyuyor musunuz ha?içinizde milyonlar var kuruşları harcıyorsunuz.içinizde bir dahi var deliliği düşünüyorsunuz.içinizde bir kalp var boşluklar hissediyorsunuz.hepiniz.her bir,hepiniz..harcamanız için savaş gerek.düşünmeniz için engel gerek.büyümeniz için bi meydan okuma gerek.kalan zamanda yerinizde sayıyorsunuz.domuzlar sizi!tamam ya! allah sizi kahretsin!ben size meydan okuyorum,ben.ölün yada yaşayıp büyük olun.kendiniz havaya uçuran nalları dikin yada bana gelin sizi heybetli yapıyım.ölünm sizi kahrolasılar,ya da gelip beni gully foyle u bulun ve sizi büyük yapayım.size yıldızları vereyim .sizi adam ediyim!
30 Ocak 2012 Pazartesi
Monkchat - Rahiple Sohbet
Monkchat burada bazı tapınaklarda vuku bulan bir olay. Belirli saatlerde oturup manastırda/tapınakda yaşayan budist rahiplerle sohbet edebiliyorsunuz. Budizmden Tayland kültürüne, ne istersen sor anlatsınlar. Ben de geçen hafta iki değişik tapınakda bu sohbetlere katıldım. Özellikle bir tanesi çok hoşuma gitti, 2 saate yakın sohbet ettik rahip ile. Bununla ilgili yazıyı daha rahat bir zamanda yazacağım. Yarın Udon Thaniye gidiyorum, oradan Nong Khai e gideceğim. 8-9 gün orada Yoga kampında olacağım. Bu yazıyı da o arada rahat rahat hazırlarım.
Yaşamın Kendisi Kadar Büyük
Bu şehrin hemen dışında, kuzeyde yaman dağlar ve ormanlar başlıyor. Bir Jungle gezmeden olmaz diye düşünüp evvelsi gün kendime bir tur ayarladım. Güzel tarafı tüm geziyi fillerin sırtında yapıyor olmak. Önce yarım saat filler ile ilgili eğitim veriliyor, komutlar vb öğretiliyor. Sonra alışma için daha küçük fillerde 1 saatlik bir yoldan fil kampına gidiyorsun. Burada biraz mola veriliyor. Öğle yemeği, filleri besleme (Allahtan herşeyi yiyorlar, ananas kabuğu filan dinlemiyorlar. En sevdikleri ama muz) derken fillere atlayıp iki saat ilerdeki bir nehire gitmeye hazır oluyorsun. Grup ingiliz bir çift, koreli bir çocuk ve onun çinli iki kız arkadaşından oluşuyor.
İlk başlarda kocaman hayvanın ensesinde dengede durmaya çalışmak zor geliyor, iki el ile kafasına tutunuyorsun. Zira dediğim gibi bir eğer, koltuk düzeni filan yok, çıplak bir şekilde filin ensesinde oturuluyor. Bazen fil yolun hemen yanındaki uçuruma kafasını uzatıp oradaki ağaçtan birşeyler koparmak istiyor. Bu durumda sen ayakların boşlukta, filin ensesinde, en ufak bir dengesizlikde aşağı düşebilecek şekilde, geri git filce ne demekti onu hatırlamaya çalışıyorsun ve bağırıp çağırıyorsun.
Fil tekrar ana yola çıkınca derin bir nefes alınıyor ve kramp üzerine kramp giren bacaklar rahatlatılmaya çalışılıyor. Sonra daha korkunç bir şey oluyor ve yol uçurumvari bir yokuştan aşağı iniyor. Normalde kendi başıma bile inmeye korkacağım bir yamaç bu. Ama fil inanılmaz bir çeviklikle yavaş yavaş adım adım bu yokuşdan iniyor ve yokuşun sonunda yepyeşil bir nehir gözüküyor. Nehirden de yavaş adımlarla geçiliyor ve bir 15 dk sonra durgun bir yerde fillerin yıkanacağı yere geliniyor. Filler dünden razı çocuk gibi hemen suya koşuyor ve yatıyorlar, bizler de kovalarla bu koca cüsseleri yıkamaya çalışıyoruz. Su çok soğuk, allahtan dışarısı da çok sıcak, nihayetinde bir 15-20 dk sonra filler sıkılıyor ve gidiyorlar.
Bizi esas sürpriz orada bekliyor, kampa buradan raftingle dönüyoruz. Ben daha önce rafting yapmamıştım müthişmiş. Bu zümrüt yeşili tropik ormanın içinde oradan oraya savrulan botda çok keyifli zaman geçiriyoruz. Bir yarım saat sonra minibüsün bizi beklediği yere döndüğümüzde bacaklarımız ağrıyordu ve sırılsıklamdık ama çok da mutluyduk.
29 Ocak 2012 Pazar
Thai Cooking
Kırmızı Acı Çili Biberleri
Tay mutfağında genelde bir lokantaya giderseniz size soruyorlar, acısız mı istersiniz, orta mı yoksa acı mı olsun? diye. Acısız dedikleri bizim acılı adana kıvamında orta derseniz ciddi bir dayanıklılık testine tabi oluyorsunuz. Acılı Tay yiyen batılı ile hiç karşılaşmadığım için nasıl birşey olduğunu soramadım. Bu ya bir şehir efsanesi ya da adamları bir yerlerde karantinada tutuyorlar.
Neyse, ben de ikinci günümde bari şehirdeki sayısız Cooking Schooldan birini deneyeyim dedim. Gerçekten burasının turizminin önemli parçalarından biri Thai Cooking. Turistler koşa koşa bir günlerini yemek kursuna veriyorlar. Biz herkese uyacak Türk mutfağını, bu kadar az kişiye hitap eden Tay mutfağı kadar pazarlayamıyoruz mesela. Neyse, bu şu anda benim derdim değil diyip saat 9:00 da lobide beklemeye başladım. Dakik bir şekilde genç bir hanım geldi, beni ve başka otellerden değişik benim gibi tipleri toplayıp şehir içindeki büyük bahçeli yemek okuluna getirdi. Burada yaklaşık 25 kişi şehirde ders alacaklar ve şehir dışındaki çiftlikde ders alacaklar olarak ikiye ayrıldık. Ben en çok italyan çift Ludo ve kız arkadaşı Aleksandrayı sevdiğim için onlarla takıldım genelde. Burada yürüyerek büyük bir pazara geldik, bize değişik Tay mutfağında kullanılan malzemeler anlatıldı. Biraz da alışveriş yaptık, sonra arabalara atlayıp şehrin 30-40 km dışındaki çiftliğe gittik.
Çiftlik harbiden süper. Her türlü sebze meyve organik olarak yetiştiriliyor, gezmesi çok keyifli oldu. Yemek istasyonları vb de çok şık ve profesyonel ayarlanmış ve herşey o kadar iyi organize edilmiş ki, herkes 6 kategoriden (her kategoride 4 yemek var) değişik birşey yapmak istese bile çok güzel malzemeler önüne geliyor, başka insanlar sıkılmadan anlatılıyor ve herkes çok mutlu pişirip yiyor.
Ben şahsen Pad Thai, Papaya Salad, Sticky Rice with Mango, Tom Yum Çorbası ve Kırmızı Körili Tavuk yaptım. Sonra da süper afiyetle yedim. Günün sonunda Tay yemeğine ve acıya o kadar doymuş olduk ki herhalde 3-4 gün Tay yemeyiz dedik, ama ben o akşam koşa koşa gene benim lokantada acılı karides yedim. Bu kadar sarımsak ve acılı çili yediğimi hatırlamıyorum. Bunun acısı bir yerden çıkacak diye korkuyorum ama şimdilik çok da iyi hissediyorum.
Tay pişirmek ile ilgili vardığım kanı da şu ki, orjinal Tay pişirmenin bizim İstanbulda öğretilen şeylerle çok alakası yok. İstanbulda hem elde ne varsa o kullanılsın mantığı var hem de biraz ağız tadına uydurma olayı. Diğer taraftan gerçek Tay yapmak imkansız, nerede bulacağım Hindistan Cevizi kreması, Palmiye şekeri ve olmamış yeşil Papaya??? Ama Pad Thai yaparım bak. Bir de harıl harıl ateş lazım, benim elektrikli ocakda olacak şey değil.
Son olarak bizim zavallı italyan Ludo akşam midesini bozmuş, bana email atmış antibiyotikin var mı diye, gittim oteline (benimkinin yanındaydı zaten) benim antibiyotiklerin yarısını verdim, sevinçden ağlamaklı oldu çocuk. Telefonda doktoru çok kızmış zaten güneydoğu Asyaya nasıl Antibiyotik olmadan gidersin? diye. Gezen insanların dayanışması hoş oluyor yolda. Mesela bir adet, yolculuk biterken cebinde kalan parayı yolculuğa yeni başlayan veya devam eden birine vermekmiş. Bu yüzden epey alışveriş etmeden dönmem sanırım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)