28 Ocak 2012 Cumartesi

Chiang Mai (Anlık Görüntüler)






AROON RAI

Bu kadar sıcak bir yerde duvara kimin ihtiyacı var?


And it is still an understatement

Favorim: Sarı körili patatesli tavuk, yanında stick rice, tabii ki bir Chang Bira, üzerine homemade hindistan cevizli dondurma.

Plase: Pad Thai, acılı sarımsaklı karides, bu sefer ateşi söndürmek için daha çok bira, üzerine sticky rice with mango.

Floresan lambaları, yemek vitrini, basit piknik masaları ve alakasız titrek iskemleleri ile buranın esnaf lokantası.

27 Ocak 2012 Cuma

Tayland



İki üç gündür yeni yazı yazamadım bloga. Bunun sebebi ve iyi tarafı anlatacak çok şey birikmiş olması. Bu haftasonu içinde tümünü tamamlarım umarım. Tayland ile birbirimizi çok özlemişiz. Çok iyi geldi tekrar görüşmek. Sıcak, bazen çok sıcak ama hep temiz kokan, çiçek kokuları, acı biber, orkide gibi kokan, tamam bazen efsanevi trafiğinde de egzos kokan havası. Komik, geveze, çoğu sefer ne dedikleri anlaşılmayan ama hep bir şekilde anlaşılan boksör burunlu insanlar. Yollarda gezen filler, altın çatılı saraylar, çatıları turuncu yeşil tapınaklar, yollardaki devasa palmiyeler, insan boyunda yaprakları olan muz ağaçları, her köşe başından fışkıran orkideler . Sapsarı giyinmiş budist rahipler, her an burun buruna gelebileceğiniz son sürat Tuk-Tuklar... Tayland tüm duyulara hitap eden bir bomba gibi...

Chiang Mai ülkenin (tabi ki Bangkokdan sonra) en büyük ikinci şehiri. Buna rağmen Bangkoka inanılmaz bir tezat. Son derece sessiz, yumuşak ve yavaş akan bir hayat, akşama doğru sıcağın yerini hoş bir serinliğe bırakması, "Helllloo oo oo masssaaa aaa aa??" diye bağırmayan masajcılar. İngilizlerin tabiri ile tam "laid back, relaxed, cozy". Bir sayfiye kasabası sanki. Otel gayet hoş, merkezi bir yerde. İlk verdikleri suit odanın yanındaki fabrika saat sabah 5de makineleri çalıştırdığı için odayı değiştirdim ve havuz kenarında sessiz, daha küçük ama daha rahat bir oda aldım.

İlk gece süper döküntü gözüken ama hayatımda yediğim en iyi tay yemeğini yapan bir lokanta buldum. Tahminen gidene kadar her akşam burada yerim. İlk gün sıcağa alışmak ve tapınak gezip taban şişirmekle geçti. Ne kadar güzel olsa da havaya sıcağa kokulara gökyüzüne alışmak biraz sürüyor. Üstüne yol yorgunluğunu da koyunca 3-5 gün sersem gibi oluyor insan. Fotolar birazdan....

Yarın: "Acı koyalım mı?" (veya How I Stopped Worrying And Started To Love The Chilli)

25 Ocak 2012 Çarşamba

En İyi Yol Şarkıları #2

Bu sabah kahvaltı ettiğim yerde çaldı bu birden, a ne güzel dedim kendi kendime. Sonra öğlen oturduğum başka biryerde gene çaldı. Hoş oldu. Demin akşam oturup bir bira içip yan gözle Hamburg Dortmund maçını seyrederken çıkan canlı müzik grubu da bu şarkı ile başlamasınlar mı? Günün şarkısı olması kaçınılmaz oldu. O zaman hepiniz için gelsin, Eagles dan...

Desperado, why don't you come to your senses?
You been out ridin' fences for so long now
Oh, you're a hard one but I know that you got your reasons
These things that are pleasin' you can hurt you somehow

Don't you draw the queen of diamonds boy
She'll beat you if she's able
You know the queen of hearts is always your best bet
Now it seems to me, some fine things have been laid upon your table
But you only want the ones that you can't get

Desperado, oh you ain't gettin' no younger
Your pain and your hunger, they're drivin' you home
And freedom, oh freedom, well that's just some people talkin'
Your prison is walkin' through this world all alone

Don't your feet get cold in the winter time?
The sky won't snow and the sun won't shine
It's hard to tell the night time from the day
You're losin' all your highs and lows
Ain't it funny how the feelin' goes away?

Desperado, why don't you come to your senses?
Come down from your fences, open the gate
It may be rainin' but there's a rainbow above you
You better let somebody love you(Let somebody love you)
You better let somebody love you before it's too late

Tekrar Yollarda



Yolun ikinci kısmının başına geldim duruyorum. Buraya (Tayland - Chiang Mai) gelmek uzun ve yorucu sürdü. Şans eseri uygun bir business İstanbul - Bangkok bileti bulmama rağmen. Bu arada uzun yola business gerçekten güzel gidiyor. Otel gibi yatan koltuklar, süper yemek servisi. Buna rağmen yolda uçak sallayıp durduğu için çok uyuyamadım. Halbuki ben Business Class sallanmaz zannediyordum. E ne farkımız kaldı normal halktan?

Gece uyuyamadığım için sabah da uyanamayıp kahvaltıyı kaçırdım. Normalde 9,5 saat süren yolu da alçak pilot 8 saatte alınca Businessin keyfini biraz daha çıkaramadan apar topar uçaktan inmek zorunda kaldım. Allahtan ayrıcalıklarım pasaport sırasında da devam etti de, ultra kalabalık Bangkok sınır polisinin önünde avamla fazla yüz göz olmadan özel bir sıradan işlemlerim halledildi.

Bangkoka gelince bir erkeğin ilk farkettiği şeylerden biri, bir bayan gibi tacize uğrayabileceği oluyor. Zira yerel halkda erkekler arasında homoseksüellik çok yüksek. Ben de hakkıma düşeni informasyon masasında aldım. Bavullar nereden çıkacak diye sorduğum adam bana 32 dişi ile sırıtarak bakıp "Wow, you are a very tall man." dedi. Tayca telaffuz edilişi yalnız şöyle oluyor: "Ğaaaaaaa yu aaa a veli taaaa meeen" Tamam tamam bu bavullar nerede dedikce ben bu sırıtıp yees yees diyor. Ya nerede sorusunun cevabı yes olmuyor ki. Neyse fazla muhattap olmayıp kendim buldum bavulları. Sonra Chiang Mai a check in filan derken işler bitti, 3 saat var daha kalkışa.

Eh madem öyle çıkıp dışarda bir hava alayım dedim ve kapıdan adımımı atar atmaz 33 derecelik ve % bilmamkaç nemli Bangkok havası tokat gibi yüzüme ve bütün iç organlarıma çarptı. Bu tropik havadan büyük zevk alıyorum ama yine de önce serin kuzeyde biraz deklimatize olacak olmam iyi. İnsan ilk 2-3 gün kendine gelemiyor, tüm vücut fonksiyonları (en başta sindirim sistemi) allak bullak oluyor alışana kadar. Neyse, sonra uçağa bindim, uçuşta uyudum, kafam yandaki adamın omuzuna düşmüş, uyanınca sorry dedim ve kafamı kaldırdım (haliyle), sonra da taksi otel vb işte buradayım. Kuzey Taylandın incisi Chiang Mai da. Her türlü foto ve yol yazısı yakında, ısrarla takip edin.