24 Şubat 2012 Cuma

Bangkok Günleri #2: Sokak Yemeği

Taylar sanırım evlerinde yemeği hiç sevmiyorlar, zira akşam vakti geniş caddelerin hepsinde street food noktaları kuruluyor, sokağa dandik plastik masalar, tabureler atılıyor ve bir anda herkes buralara üşüşüyor ve tüm şehir kızarmış et, sarımsak, sirke vb kokuyor. Ben de sokakda yenebilecek en tehlikeli şeyi defalarca yemiş biri olarak (midye dolma), BKKda da, daha çok kitap alabilmek için (rasyonalizasyona gel), çoğunlukla sokakda yemeğe karar verdim. BKK sokak yemekleri çok meşhur, bu konuda kitaplar, rehberler mevcut. Duydum ki meşhur Sukhumvit üzerindeki 38. sokakda (Soi 38) her akşam epey popüler sokak yemekleri oluyormuş, atladım Sky Traine olay yerine ulaştım.

Kızarmış pilicinden domuza, deniz mahsülleri çorbasından papaya salatasına, kızarmış pirinçden meyve sularına değişik satıcı sokağı doldurmuş, herkes biryerlere sıkışıp yemek yiyordu. Benim ilk porsiyonum pirinç üzeri kızarmış tavuk fileto gibi birşeydi. Süperdi valla. Buz gibi bira ile iyi gitti. Tam bir porsiyon daha söyleyeyim derken, vazgeçtim, başka yerleri ve şeyleri denemeye karar verdim. Bir porsiyon yemek yaklaşık 50-60 Baht, yani 1,5-2 USD, yani 3-4 TL.

İkinci durak daha çok deniz ürünleri konusunda servis veren bir yerdi. Kendi içeride bir salonu da mevcuttu, salon dediysem siz bulaşıkhane ile birleşik, florasanla aydınlanan depo anlayın. Ancak turistinden çöpcüsüne, zengininden fakirine herkes bir arada yemek yiyordu.

Burada yediğm balık köftesi, yağda kızarmış karides börekleri ve tabii buz gibi Singha birası. Özellikle karides börekleri inanılmaz iyiydi, bira ile süper gidiyorlar.

Sokakda Vok ile süper yemekler yapan bir abi.

Son durağım olmazsa olmaz Sticky Rice with Mango satıcısı idi. İki genç bayan iki dakikada süper yiyeceği hazırlayıp önüme koyuverdiler.

Bu harbiden tüm Tay mutfağında tek geçeceğim bir yemek. Hindistan cevizi kreması, yapışkan pirinç, palmiye şekeri ve mango ile yapılıyor.

Aslında çok da ucuz olan birşey sokak yemeği ama ben ayı gibi yediğim için (4 porsiyon yemek, 3 bira) burası için pahalı sayılabilecek bir fiyata 330 Bahta çıktım gecenin sonunda. Neyse herkes memnundu sonuçtan, biraz yürüyeyim dedim ama terden sırılsıklam olduğum için yine Gökyüzü Trenine atladım.

Bangkok Günleri #1: Deliricem Sıcaktan

Bangkok yazılarımıza tabii Kraldan başlayalım. Tayland kralı meşrutiyete rağmen hala halk gözünde yarı kutsal bir yere sahip. Politik gücü az olsa da herkes ağzından çıkacak lafa bakıyor. Kendisi de adı gibi kral bir kişilikmiş. Fotoğraf çekmeyi seviyor, fakirlere yardım ediyor vb. Buradan biz de Kral Abiye saygımızı sunuyoruz.

Bangkok (BKK) a gelince bir çarptı açıkcası. Bir ay ufacık şehirlerde, minicik köylerde veya sahil kenarında kala kala alışmış bünye sakinliğe. Kalabalık ve gürültülü şehir, trafik, ışıklar, sıcak tokat gibi çarptı yüzüme. İlk iki günü çok koşturmadan otelin yakın olduğu Siam Meydanında dükanlara bakarak veya Khao San da ıvır zıvır yaparak geçirdim. Şehire klimatize olmak lazım. Bu arada Khao San dediğim cadde ucuz Backpackerlerin cenneti ve merkezi. Bodrum barlar sokağının üçüncü sınıf bir taklidine benziyor. Tshirt satıcıları, dandik barlar, ucuz pansiyonlar, dövme dükkanları, sarhoş ingilizler erkekler, patates güzeli ingiliz kadınlar, çok sıcak ve pis bir sokakda altalta üstüste. Aman abi korkunç bir yer.

Siam Meydanı onlarca dükkanı, lokantası ve yan yana yükselan dev AVM leri ile BKK'un kapitalizminin kalbi. Her ne kadar AVM gezmek fikri itici gelse de inanılmaz dükkanlar var. Kitapçılar, müzik dükkanları ve Art Galleryler İstanbulda hayal bile edemeyeceğimiz çeşitlilikde. Yukarda gözüken de şehrin merkezini örümcek ağı gibi saran Sky Train. Korkunç BKK trafiğine süper bir alternatif, şehre de Blade Runner vari bir anti ütopik futuristik hava kattığını düşünüyorum.

Yaşasıııın Kinokuniyaaa...!!!.... Kinokuniya Japon bir kitap dükkanı zinciri. Asyada epey yaygınlar. Sanırım ABDde de varlar. En son Singapurdakine girmiştim. Büyüklüğünü anlatacak kelime bulamıyorum. Sanırım 2 futbol sahası vardır. Yemekden bilime, psikolojiden mangaya, finansdan felsefeye aklınıza gelecek her konuda aklınıza gelmeyecek kadar kitap, ingilizce, çince ve japonca versiyonları ile vardı. BKK daki şubeleri o kadar büyük değil ama yine de ilk gün 4 saatimi geçirtecek kadar büyük. Kitapsever bir insanın, hele değişik konulara ilgi duyuyorsa, kafayı yiyeceği ve çok para harcayacağı bir yer.

Bu ufak bir bölümü sadece. İlk günden yogadan reikiye, Asya yazarlarından klasiklere, mutfakdan spora ve müziğe ve tarihe bir sürü konuda onlarca kitap gözüme kestirdim. Biraz elesem iyi olacak. Sizin de siparişiniz varsa vakitlice verin.

Tuk Tuk.... Onları severiz. Her defasında bizi kazıklamaya çalışsalar da, korkunç BKK trafiğinde işe yaramayıp duman içinde oturtsalar da, severiz. Hele sempatik bir şöföre denk gelirsek 20-30 Baht bahşiş vermeyi ihmal etmeyiz.

Dünyada ABD den sonra en çok 7 Eleven dükkanı olan ülke Tayland. 1990 ların başında gelen firma acaip bir başarı elde etmiş. Ancak buluşmak için ideal bir yer değiller, zira bazen aynı sokakta karşı karşıya veya yanyana bile olabiliyorlar. Yabancılar için pek pratik, traş bıçağından uçak biletine ve SIM kartına kadar bir sürü şey alabiliyorsunuz.

David Lee Roth ne demiş? Crazy from the heat. Aynen. Sıcaktan delireceğim. Sıcaklık güneşle birlikte yükseliyor, sanırım otuzların epey üstüne çıkıyor. Hele öğle vakti tek gölge olmuyor şehirde. Dün akşam bile otele yürürken şakaklarımdan terler aktı, gündüz durumu siz düşünün. Şunun şurasında 3-5 günlüğüne gelmişim, devamlı otelde veya AVMde de oturamam... Esas sorun, dışardan metroya veya bir AVM ye girince ortaya çıkıyor. Bu durumda sıcaklık +35 dereceden -5 dereceye düşüveriyor. Pastörize oldum valla. Sırılsıklam ter bir anda vücudu saran bir buz tabakasına dönmeden çantada ne varsa panik halinde üzerime geçirmeye çalışıyorum.

Esas anlamadığım, devletin resmi meteroloji sayfasında 28C (yazı ile yirmisekiz derece) için COOL yazıp anoraklı adam resmi koyan bir zihniyet neden Air Conditionları bu kadar açıyor?

22 Şubat 2012 Çarşamba

Bu Esnada Taylandda...


Tam ben güzel bir lokantanın bahçesinde bu satırları çiziktirip kendimce notlar alırken, lokantanın sahibesi bağıra çağıra kapıya hücum etti. Filin biri gelmiş, bunun bahçedeki çiçeklerini yiyormuş. Bu da filin hortumunu ittiriyor, çevredekiler de kahkah gülüyor.

Sukhothai #2





Sukhothai harabeleri Taylandın en önemli tarihi eseri sayılıyor ve UNESCO tarafından World Heritage Site listesinde (bunun türkçesi neydi yahu?).

Görmek istediğim tüm noktaları görmem akşamın 18:00 ını getirmişti. Bu esnada tshirtüm herhalde 10 defa sırılsıklam oldu tekrar kurudu tekrar sırılsıklam oldu. Kaç defa gözlerim döndü, hah bayılıyorum dedim sıcaktan hatırlamıyorum. Ama tüm o yol yorgunluğuna değdi. BKK a otobüsüm akşam 22 de. O saate kadar dün akşam kaldığım pansiyona gidip beklerim. Çok geveze bir yaşlı sahibesi var, Bana uzun uzun tayca birşeyler anlatıp duruyor, sonra gülüyor. Ne yapalım ben de gülerim artık.

Sukhothai







Sukhothai Bangkok'un yaklaşık 500 km kuzeyinde harabeleri ile tanınan bir şehir. Siam Krallığının ilk başkenti (hoş daha önce kurulmuş küçük Tay krallıkları da varmış). Eski Sukhothai kenti yaklaşık 70 km2 içinde 190 eski harabe barındırıyor. Tümü 13 ve 14. yy dan kalma budizm ve az hinduizm temalı eserler, tapınaklar, saraylar.

Hoş Chiang Mai den buraya gelmek daha kolay olurdu ama yine de görmeden gitmeyeyim diye BKK'dan otobüse atlayıp geldim. Pansiyon maceramı daha önce yazmıştım, sabah kalktım, bisikletimi aldım ve harabelerin arasına daldım. Eserlerin büyük kısmı merkezi duvarların arasında odaklanmış durumda. Bu yüzden gezmesi kolay oldu. Çok bakımlı, yepyeşil çimler, arada ufak göller, göllerin üzeri kıpkırmızı nilüferler, ve çok turist olmasına rağmen, çok eser olduğu için kendi başına kalabiliyorsun tapınaklarda.

Merkezi duvarların dışındaki tapınaklara ulaşmak daha zordu. Buradaki eserler çok dağınık oldukları için bazen yirmi dakika gölgesiz güneşin altında pedal çevirmek gerekiyordu tarlaların, ormanların arasından. Beyne güneş geçtikce su satan insanların yanında duruyor, litrelerce su alıyor, kafamdan aşağı boşaltıyordum. Onlarda bu manzara karşısında çok gülüyorlardı.

21 Şubat 2012 Salı

The Kids Are Allright



Yorucu Bir Gün

Pazartesi günü yolda geçmeye mahkumdu ama bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyordum. Sabah 5:30 da uyandım, çantamı filan akşamdan hazırladığım için (sabah erkenki halime hiç güvenmem) odadan çıkmam onbeş dakikamı aldı. Beni götürecek taksi bekliyordu bile. Yarım saatte rıhtım, orada feribot için bilet alma, listeye ismini, milliyetini yazma (milliyeti neden istiyorlarsa, sanki biri görecek de okuyacak...), sonra da daha yarım saat olan kalkışı bekleme. Hava yeni ağırıyor.

Derken biri yanıma yaklaşıyor, "Oğuz?" diyor. Başka türk bir arkadaş, listede ismimi görmüş, başkası olamaz diye konuşmaya karar vermiş. Kendisi şansa bak aylardır, senelerdir Agama Yogada Yoga öğreniyormuş. O da Samui'ye vize uzatmaya gidiyor. Yol boyunca çok keyifli bir sohbet yapıyoruz. Foto çektir, form doldur, pasaport bekle vb derken Immigration ofisde de işimizi saat 10:30 a kadar bitiriyoruz. Vizemi uzattım, ama uzatmayıp havaalanında ceza versem de çok daha pahalıya gelmeyecekti, ne iş anlamadım...

Samuiden BKK a gidecek uçağımın kalkmasına daha 4 saat var, erkenden gidip oturuyorum havaalanına. Havaalanından çok tropik bir tatil köyünü andırıyor burası. Hasır kulübeler, aralarında bahçeler, yolcular bu bahçelerde çimlere uzanıp bekliyorlar boardingi. Gateler de değişik değişik kulübeler. Bu kulübelerin aralarında küçük göller, daha fazla bahçeler, çiçekler ve çiçekler. Acaba Sukhothaie de uçakla mı gitsem BKK dan diye düşünüyorum ama heryere uçakla gittiğim için vazgeçiyorum. Biraz da otobüse, trene binmek lazım gelmeden.

BKK uçağı büyük bu sefer. Rahat gidiyoruz. İnince metro ile şehir merkezine, oradan Sky Train (havadan raylı metro) ile Mo Chit durağına. Otobüs merkezi buralarda bir yerde ama... Saat de tam 18 olmuş, sokaklarda bir milyon kişi ve 10 milyon araba, kaotik bir durum. Bu durumda nasıl vesait bulacağım bilemiyorum. Bir taksiye yaklaşıp derdimi anlatıyorum ama gideceğim yer yakınca olduğu için adam beni almak istemiyor. Motorsikletle git diyor. Şansıma tam önümde bir motorsiklet duruyor. Adama soruyorum, atla diyor. Yalnız bu tuktuk değil, bildiğiniz motorsiklet. Arkaya oturup adama sarılıyorum, kafada kask filan yok. Bir de kucağımda koca bavulum dengede durmaya çalışa çalışa, bacaklarıma kramp gire gire, arabaların kamyonların arasından slalom yapa yapa gidiyoruz.

Otobüs istasyonuna gelince biletimi alıyorum, kalkışa yine 4 saat var. Bir köşeye oturup biraz uyukluyorum, biraz kitap okuyorum zaman geçiyor. Valla Esenlerden güzel burası. Otobüs de iyi fena diil, AC biraz fazla açık ama yeteri kadar battaniye dağıtmışlar, güzel uyurum. Hedef yol 7 saat. Otobüs kalkış 22:30. Sabah 5-6 arası Sukhothaide olurum. Oralarda otogarda biraz kahvaltı filan edip tüm gün harabeleri gezerim, sonra yine akşam otobüsü ile BKK a dönerim. İki akşam otele para ödememiş olurum diye ince hesaplar yapıyorum. Bavulumu nereye bırakırım bilemiyorum, ama oraya gidince bir yol bulacağıma güveniyorum. Ancak hesaplarımın ilk ayağını şöför bozuyor. O kadar hızlı sürüyor ki 5 saatte sabahın 3:30 unda Sukhothaide oluveriyoruz. Bu kadar erken birşey yapılmaz, otogarda güneşin doğmasını bekleyemem, yatacak bir yer bulayım diyorum.

Genç bir çocuk gelip Tuktuk istermisin diyor. Lonely Planetden bir pansiyon seçip fiyatta anlaşıp tuk tuka biniyorum. Ama tuktuk biraz garip, arkada değil önde oturuyorsun, her taraf açık. Frene bassa önden uçacağım sokağa. En kötüsü de kaç kilometre ile gidiyorsan artık tüm hızla yolun rüzgarını yiyorsun. Buz gibi oldu. 14 km bana işkence gibi geldi. Bomboş New Sukhathai sokaklarından bomboş Old Sukhhahai sokaklarına giderken gözlerimden yaş geldi, vücudumun sol tarafını hissetmez oldum. Burnum aktı. Allah Kahr Bela diye diye 14 kmyi ettik.

Benim pansiyonda yalnız bir hareket yok, kapı açık içerde kimse yok. Sağa sola hello mello çağırıyorum cevap yok. Sabahın 4 ünde kim olacak zaten? Masaya bir tel numarası bırakılmış bilgi için arayın diye. Çekine çekine o numarayı arıyorum. Uykulu bir ses bana yüksek bir fiyat çekiyor ve 2 numarayı al, anahtar üstünde diyor. Mecburen kabul ediyorum ama 2 numara ortalarda yok, her yer karanlık. El yordamıyla 2 numarayı arıyorum. Duvardaki elektrik düğmesi zannettiğim şeye basınca ZZZARRRRR diye yangın alarmı çalmaya başlıyor bütün pansiyonda. Komiser Cloussoue gibi kalakalıyorum bomboş karanlık koridorda. Millet uyku sersemi odalarından fırlamadan ben kendimi dışarı atıyorum. Çocuğa beni başka bir yere götür diyorum. O da sağolsun süper bir pansiyona götürüyor. Bir öncekinin 1/3 fiyatına, güzel bir uyku çekiyorum. Sabah 5:30 da başladığım günü ancak 23 saat sonra bitirebiliyorum.

Sabah olunca da pansiyon sahibesi çok ilgileniyor benimle, dönüş biletimi aldırtıyor, bisiklet kiralıyor. Kahvaltı veriyor. Artık altımda bisiklet, önümde 12 saat, eski Sukhothai harabeleri ile dolu yaklaşık 20 km2 alanı keşfetmeye hazırım. Süper fotolar yakında.

Tuhaf Bir Gökyüzünün Altında


oh im sleeping under strange strange skies

just another mad mad day on the road

my dreams is fading down the railway line

im just about a moonlight mile down the road

19 Şubat 2012 Pazar

Adadan Ayrılırken



İki gündür keyifsiz havalar. Cuma gecesi uyurken acaip fırtına koptu, uykudan uyandırdı yağmurun sesi. Sonra üstüne şimşekler ve gökgürültüsü de eklenince tam oldu. Sabaha durulmuştu hava ama yine de iki gündür bir açıyor iki atıştırıyor. Tropik yağmur (muson) olayını görmeden anlamak çok mümkün değil. Acaip bir hız ve gürültü ile acaip miktarlarda yağıyor, başka herşeyin sesini bastırıyor. Sonra tak diye kesiliyor, yarım saat sonra etrafta tek damla yok.

Yarın sabah da erken ayrılıyorum Koh Phangandan. Erkenden Koh Samuiye gidiyorum feribot ile, orada Immigration Officede vizemi uzatacağım, zira vize bitiş 22si, uçağım 29'u. Sonra öğleden sonra uçak ile Bangkok. Orada metro ile kuzey otobüs merkezine gidip Sukhothai'e uygun bir otobüs varmı arayacağım. En kötü ihtimalle Sukhothai programını iptal edip BKK da iki gün fazla kalırım.