21 Şubat 2012 Salı

Yorucu Bir Gün

Pazartesi günü yolda geçmeye mahkumdu ama bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyordum. Sabah 5:30 da uyandım, çantamı filan akşamdan hazırladığım için (sabah erkenki halime hiç güvenmem) odadan çıkmam onbeş dakikamı aldı. Beni götürecek taksi bekliyordu bile. Yarım saatte rıhtım, orada feribot için bilet alma, listeye ismini, milliyetini yazma (milliyeti neden istiyorlarsa, sanki biri görecek de okuyacak...), sonra da daha yarım saat olan kalkışı bekleme. Hava yeni ağırıyor.

Derken biri yanıma yaklaşıyor, "Oğuz?" diyor. Başka türk bir arkadaş, listede ismimi görmüş, başkası olamaz diye konuşmaya karar vermiş. Kendisi şansa bak aylardır, senelerdir Agama Yogada Yoga öğreniyormuş. O da Samui'ye vize uzatmaya gidiyor. Yol boyunca çok keyifli bir sohbet yapıyoruz. Foto çektir, form doldur, pasaport bekle vb derken Immigration ofisde de işimizi saat 10:30 a kadar bitiriyoruz. Vizemi uzattım, ama uzatmayıp havaalanında ceza versem de çok daha pahalıya gelmeyecekti, ne iş anlamadım...

Samuiden BKK a gidecek uçağımın kalkmasına daha 4 saat var, erkenden gidip oturuyorum havaalanına. Havaalanından çok tropik bir tatil köyünü andırıyor burası. Hasır kulübeler, aralarında bahçeler, yolcular bu bahçelerde çimlere uzanıp bekliyorlar boardingi. Gateler de değişik değişik kulübeler. Bu kulübelerin aralarında küçük göller, daha fazla bahçeler, çiçekler ve çiçekler. Acaba Sukhothaie de uçakla mı gitsem BKK dan diye düşünüyorum ama heryere uçakla gittiğim için vazgeçiyorum. Biraz da otobüse, trene binmek lazım gelmeden.

BKK uçağı büyük bu sefer. Rahat gidiyoruz. İnince metro ile şehir merkezine, oradan Sky Train (havadan raylı metro) ile Mo Chit durağına. Otobüs merkezi buralarda bir yerde ama... Saat de tam 18 olmuş, sokaklarda bir milyon kişi ve 10 milyon araba, kaotik bir durum. Bu durumda nasıl vesait bulacağım bilemiyorum. Bir taksiye yaklaşıp derdimi anlatıyorum ama gideceğim yer yakınca olduğu için adam beni almak istemiyor. Motorsikletle git diyor. Şansıma tam önümde bir motorsiklet duruyor. Adama soruyorum, atla diyor. Yalnız bu tuktuk değil, bildiğiniz motorsiklet. Arkaya oturup adama sarılıyorum, kafada kask filan yok. Bir de kucağımda koca bavulum dengede durmaya çalışa çalışa, bacaklarıma kramp gire gire, arabaların kamyonların arasından slalom yapa yapa gidiyoruz.

Otobüs istasyonuna gelince biletimi alıyorum, kalkışa yine 4 saat var. Bir köşeye oturup biraz uyukluyorum, biraz kitap okuyorum zaman geçiyor. Valla Esenlerden güzel burası. Otobüs de iyi fena diil, AC biraz fazla açık ama yeteri kadar battaniye dağıtmışlar, güzel uyurum. Hedef yol 7 saat. Otobüs kalkış 22:30. Sabah 5-6 arası Sukhothaide olurum. Oralarda otogarda biraz kahvaltı filan edip tüm gün harabeleri gezerim, sonra yine akşam otobüsü ile BKK a dönerim. İki akşam otele para ödememiş olurum diye ince hesaplar yapıyorum. Bavulumu nereye bırakırım bilemiyorum, ama oraya gidince bir yol bulacağıma güveniyorum. Ancak hesaplarımın ilk ayağını şöför bozuyor. O kadar hızlı sürüyor ki 5 saatte sabahın 3:30 unda Sukhothaide oluveriyoruz. Bu kadar erken birşey yapılmaz, otogarda güneşin doğmasını bekleyemem, yatacak bir yer bulayım diyorum.

Genç bir çocuk gelip Tuktuk istermisin diyor. Lonely Planetden bir pansiyon seçip fiyatta anlaşıp tuk tuka biniyorum. Ama tuktuk biraz garip, arkada değil önde oturuyorsun, her taraf açık. Frene bassa önden uçacağım sokağa. En kötüsü de kaç kilometre ile gidiyorsan artık tüm hızla yolun rüzgarını yiyorsun. Buz gibi oldu. 14 km bana işkence gibi geldi. Bomboş New Sukhathai sokaklarından bomboş Old Sukhhahai sokaklarına giderken gözlerimden yaş geldi, vücudumun sol tarafını hissetmez oldum. Burnum aktı. Allah Kahr Bela diye diye 14 kmyi ettik.

Benim pansiyonda yalnız bir hareket yok, kapı açık içerde kimse yok. Sağa sola hello mello çağırıyorum cevap yok. Sabahın 4 ünde kim olacak zaten? Masaya bir tel numarası bırakılmış bilgi için arayın diye. Çekine çekine o numarayı arıyorum. Uykulu bir ses bana yüksek bir fiyat çekiyor ve 2 numarayı al, anahtar üstünde diyor. Mecburen kabul ediyorum ama 2 numara ortalarda yok, her yer karanlık. El yordamıyla 2 numarayı arıyorum. Duvardaki elektrik düğmesi zannettiğim şeye basınca ZZZARRRRR diye yangın alarmı çalmaya başlıyor bütün pansiyonda. Komiser Cloussoue gibi kalakalıyorum bomboş karanlık koridorda. Millet uyku sersemi odalarından fırlamadan ben kendimi dışarı atıyorum. Çocuğa beni başka bir yere götür diyorum. O da sağolsun süper bir pansiyona götürüyor. Bir öncekinin 1/3 fiyatına, güzel bir uyku çekiyorum. Sabah 5:30 da başladığım günü ancak 23 saat sonra bitirebiliyorum.

Sabah olunca da pansiyon sahibesi çok ilgileniyor benimle, dönüş biletimi aldırtıyor, bisiklet kiralıyor. Kahvaltı veriyor. Artık altımda bisiklet, önümde 12 saat, eski Sukhothai harabeleri ile dolu yaklaşık 20 km2 alanı keşfetmeye hazırım. Süper fotolar yakında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder