27 Ocak 2012 Cuma

Tayland



İki üç gündür yeni yazı yazamadım bloga. Bunun sebebi ve iyi tarafı anlatacak çok şey birikmiş olması. Bu haftasonu içinde tümünü tamamlarım umarım. Tayland ile birbirimizi çok özlemişiz. Çok iyi geldi tekrar görüşmek. Sıcak, bazen çok sıcak ama hep temiz kokan, çiçek kokuları, acı biber, orkide gibi kokan, tamam bazen efsanevi trafiğinde de egzos kokan havası. Komik, geveze, çoğu sefer ne dedikleri anlaşılmayan ama hep bir şekilde anlaşılan boksör burunlu insanlar. Yollarda gezen filler, altın çatılı saraylar, çatıları turuncu yeşil tapınaklar, yollardaki devasa palmiyeler, insan boyunda yaprakları olan muz ağaçları, her köşe başından fışkıran orkideler . Sapsarı giyinmiş budist rahipler, her an burun buruna gelebileceğiniz son sürat Tuk-Tuklar... Tayland tüm duyulara hitap eden bir bomba gibi...

Chiang Mai ülkenin (tabi ki Bangkokdan sonra) en büyük ikinci şehiri. Buna rağmen Bangkoka inanılmaz bir tezat. Son derece sessiz, yumuşak ve yavaş akan bir hayat, akşama doğru sıcağın yerini hoş bir serinliğe bırakması, "Helllloo oo oo masssaaa aaa aa??" diye bağırmayan masajcılar. İngilizlerin tabiri ile tam "laid back, relaxed, cozy". Bir sayfiye kasabası sanki. Otel gayet hoş, merkezi bir yerde. İlk verdikleri suit odanın yanındaki fabrika saat sabah 5de makineleri çalıştırdığı için odayı değiştirdim ve havuz kenarında sessiz, daha küçük ama daha rahat bir oda aldım.

İlk gece süper döküntü gözüken ama hayatımda yediğim en iyi tay yemeğini yapan bir lokanta buldum. Tahminen gidene kadar her akşam burada yerim. İlk gün sıcağa alışmak ve tapınak gezip taban şişirmekle geçti. Ne kadar güzel olsa da havaya sıcağa kokulara gökyüzüne alışmak biraz sürüyor. Üstüne yol yorgunluğunu da koyunca 3-5 gün sersem gibi oluyor insan. Fotolar birazdan....

Yarın: "Acı koyalım mı?" (veya How I Stopped Worrying And Started To Love The Chilli)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder